BeyazKalemler Logo
Anasayfa
Şiir
Öykü
Mektup
Deneme
Kitap
Sinema
Söyleşi
Linkler
Künye
Üye Ol Şifremi unuttum İletişim
Anasayfa Nihat Dağlı  
AŞKIN MAĞLUBUSUN SEN
Ey kalbim! Aşkın yaralayıp geçtiği, yaralarken karaladığı bir kalbi aklamakla geçiyor ömrün. Uykusuz kaç gece geçirdin, unuttun. Kaç mevsim, kaç yıl yaşadın öylece, sayısı belli değil. Mermer kesilmiş o kalbe şefkatten bir merhem oldun.
AŞKIN MAĞLUBUSUN SEN

 

Öykücü o büyük denizin kıyısında aşka, mananın öykü haline tanıklığını kâğıda geçirmişken; bu tanıklığın kitabı Cam Irmağı Taş Gemi, güz yağmurları içinde kalbimin örtülerini kaldırırken; ben aşkın türlü hallerine ayna bu kitabın içine karışmışken, aşkta görünen öyküm de yazılmaya koyuldu. Yazıcı, yani öykücü, dahası Nazan Bekiroğlu, ne sadece yazıcı, ne sadece öykücü, ne de sadece NB idi; hayat kadar olan bir denizin dalgalarına yakışır tesirde kalbime sokulup onu dile getirebilen bir uyarıcıydı. Cam Irmağı Taş Gemi’sini ‘oya’layan her cümlesi içime bir çentik, bir kıymık attı, kanayan yerlerimden öyküm doğdu. Masamda açık duran kitabı boyuna çizdim. Bu metin, ‘iç’imin Cam Irmağı Taş Gemi’yi okurken okunmuşluğuna alamettir.

 

a.

Ey kalbim!

Aşkın yaralayıp geçtiği, yaralarken karaladığı bir kalbi aklamakla geçiyor ömrün. Uykusuz kaç gece geçirdin, unuttun. Kaç mevsim, kaç yıl yaşadın öylece, sayısı belli değil. Mermer kesilmiş o kalbe şefkatten bir merhem oldun. Ateşe her düştüğünde, her ateş olduğunda, ona kalbinden serinlik üfledin. Yüzü yeri gösterdiğinde, o düşmeye koyulduğunda, yanı başında bir imla gibi yükseldin; gözlerine tutunarak dile geldi, yürümeye koyuldu. Evet, ‘aşkın karaladığını aklamak aşktan büyüktü(r)!’ Ama gel gör ki; aşkın yaralayıp geçtiği, yaralarken karaladığı bu kalbe, aşka dair dili unutmuş bu kalbe aşkla bağlandın, bu kalpten aşk dilendin. Aşk dedin, sadece aşk… Bir cümle kursun, ‘seni seviyorum’ desin istedin. Ateş içindeki o kalbe su olup yürümüşken, sen de onunla ateş olmuşken, onun da sana su olup yürümesini bekledin. ‘Bana su ol, gel!’ dedin.

‘Seni seviyorum’ diyemedi, ‘aşkın karaladığını aklamak aşktan büyüktür!’ diyebildi sadece, aşktan ötesini gösterdi. ‘Hayır’ dedin, ‘bir cümle kur, sadece bir cümle, ‘seni seviyorum!’ de.’ Diyemedi işte, diyemedi ve sen bütünüyle ateş kesildin. Alevden kanatlarla yükseldin yanından, yükselirken konuştun. Her konuşman onu susturdu, yeniden hatırladığı dilden oldu, gittikçe kocaman bir susku oldu. Sustukça kalbin acıdı. Bir sevgili olarak giremediğin kalbin dili de sana kapandı. Sustu, sadece susabildi. Bu kadarını yapabildi. Öyleydi; aşkla karalanmış kalpten aşk, ısrarla aşk istemek, o kalpte kabuk bağlamış onlarca yarayı yeniden kanatır. Aşk talebine cevap vermeyen kalbe ‘sitem’ etmek o kalbe taş atmaktır, o kalbi kırmak, susturmaktır. Onu susturdun! Bu sana daha ağır geldi, karşında sadece bir ‘susku’ olabilen o kalbi tekrar dile getirmek, ona birkaç cümle kurdurmak istedin. Yeter ki susmasın istedin; konuşsun, sadece konuşsun... Ondan bir cümle değil, herhangi bir cümle bekledin. Ama susuyordu işte! Seninle kımıldanan dili yuvasına kıvrılmış, içinde uyanmış kelimeler tekrar uykularına çekilmişti. O kalbe daha büyük taşlar attın. Bu taşlar, canını acıtsa da konuşturacak sandın. Öyle sanıyordun. Ama aşk bahsinde böyle olmuyor. Sevilen kalbe daha büyük taşlar atılınca, o daha büyükçe kırılır. Ölür, bütünüyle susar! Sevene sadece gitmek kalır; seven için bu ölüm olsa da, elinden başka bir şey gelmez.

 

b.

Ey kalbim!

Aşkın mağlubusun sen. Zaferlerde adın yazılmıyor, mağlubiyetlerin adamısın. Taşın içindeki heykele giden yontucu gibi mağlubiyetteki zafere yürüyorsun. Aşk, seni onurdan ve gururdan soyundurmuş. Ne kadar iktidar varsa, hiçbiri üzerinde iyi durmuyor, bir yerinden sarkıyorlar. Sahip olduklarından vazgeçiyor, çokluğunu azaltıyorsun. Yolun seyrelmeye varıyor, her adımın seni biraz daha azaltıyor. Devamlı kıyıya düşüyorsun; etrafında kim ve ne varsa, yerin hep kıyı oluyor. Sen bir ‘kıyıperver’sin işte! Yaşamıyorsun; yaşamıyor, yaşamıyor gibi yaşıyorsun. Yaşadığını sandığın anda, kaybediveriyorsun.

 

c.

Ey kalbim!

Aşka düşmüşsün; kaderin, camın kırılganlığına, taşın sertliğine yazılmış. Kaderin sorusu yok biliyorsun, sonucu var sadece. Aşk içini bir cam kadar inceltmiş, parlatmış; ne varsa hayatta, gelip ona dokunabiliyor. Hayatın en ince ve en küçük parçaları bile, taşın sertliğiyle kalbine varıyor. Hayatın harına her düştüğünde dağılıyorsun, içinde cam kırıkları dolaşmaya başlıyor. Kanıyorsun; evine, kalbine dönüyor, içine düşüyorsun.

Sen bir yazıcısın, ey kalbim! Aşkın mağlubu bir yazıcı olarak ressamlara akrabasın. Kelimelere sığınıyor, kalbini kelimelere sığıştırıyorsun. Her seferinde, kelimelere her sığındığında, içinin resmini yapıyorsun. Yontucu taştaki fazlalıkları atıp içerideki resmi çıkartırken, sen içindekine kelimeler giydirip onları kapatıyor, kapatırken gösteriyorsun. Dışarıda yaşananların içinde öldürdüklerini yazarak yaşatıyorsun. Ölümden kaçan ne kadar şey varsa gelip yazına oturuyor, yazında hayat buluyorlar; o kadar şey içinde yaşamaya koyuluyorsun. Hayır, çoğu yontucu gibi ‘tanrı’yı resmetmiyorsun; yazıda, zaaflarınla birlikte, bir insan olarak yer alıyorsun. Biricik bir hayat yaşıyorsun; yaşadığın ne ise, bu, gidip kendince olan bir dile oturuyor.

Son noktayı koyduğun her yazı, yürüdüğün her yol içindeki eksikliği tamamlayamıyor; eksik tarafın, düşmüş bir dişin oyuğu gibi sızlıyor. Taşın sertliğinde bir hayatı karşılarken, soruların, camın inceliğine ve şeffaflığına akraba bir kalbin yokluğunda karşılıksız kalıyor.

 

d.

Ey kalbim!

O büyük denizin kıyısında aşka, mananın öykü haline tanıklığını kâğıda geçiren öykücü, yani Cam Irmağı Taş Gemi’sini elinde mor mürekkepli kalemle okuduğun Nazan Bekiroğlu, Nihade’yi kitabına zeyl yaparken, yazıcın olan benim de hikâyeme zeyl düşürmüştür:

“İstanbul’un bütün müneccimleri uykuda, bütün İstanbul rüyalardaydı. Bir o, bir cellâtlar uyanıktı. Bir de ben uyanıktım.”

 

e.

Elif’i bulsa, yolu Elif’e varsa hikâyesinin bir sonu olacak Be’nin; aşkının kapkaranlık hikâyesi bir yerinden aydınlanıverecek.


NİHAT DAĞLI

Yorum Yaz | Sayfayı Yazdır
Yorumlar
mustafa öncel
ey nihade onlrca aşk kantmşkn kalbni sana su olp yüryn, seni serinltn numanı nasl olrda böyle inm inim inltrsn? aşknla inleyn kadınsa eğr ey kalbm diye nida ettiğn, kalb zaten aşkın ta kendisi değil mdr?şmdi bunca aşikarken numann nihdesi sn hala gzlimsn?
Recep Şükrü Güngör
"Elif’i bulsa, yolu Elif’e varsa hikâyesinin bir sonu olacak Be’nin; aşkının kapkaranlık hikâyesi bir yerinden aydınlanıverecek."
??????
melek kanar
Merhaba; nihat dağlı ismini ilk zafer dergisindeki yazıları ile tanıdım hatta bir keresinde bir röportaj yapılmıştı kendisi ile ilginç bir hayatı vardı ve yazıları muhteşemdi beni çok etkiliyodu yine aynı dergide yazmaya devam etmesini istiyorum teşekkür
yaren karabekiroğlu
bir uçurumun kenarında bir adım daha atabilmenin cesaretine sabrım...sabır,aşk,hayat,ölüm,nefes,sevgi,nefret...hepsini besleyen yüreğim.mağlub evet.hiç aydınlanamayacak bir hikayenin içinde mağlubiyetiyle sabrını sınamaya alışkın yürek...yine süper yazmış
Hilal Yıldırım
"Yazgın benden öteyse eğer,
Yaması gözyaşlarımdan dualar sürerim sana!!.." diyor Nazan Bekiroğlu..
yazıyı okurken aklıma bu söz geldi.. çok sevdiğim bir sözdür..
emeğinize sağlık çok güzel bir deneme


fiemanillah..
sevim surucu
ne kadar derin yazmissiniz.. kaleminize saglik
sevim surucu
 
 
?yeler
>  YAZARLAR
 
Ali Pektaş
Cahit Yağmur
Çağla Göksel Çakır
Deral Baran
Elif Konar
Elif Şeydâ Ö.
Fatma Zehra
Hıdır Ala
Hilal Küçük Özdamar
Nihat Dağlı
Recep Şükrü Güngör
Turhan Bozkurt
Yüsra Mesude Arslan
 
>  EN COK OKUNANLAR
 
Bilmem ki
Medine`nin Gülü
ANSIZIN
OYUNCAK
Su güzeli
YAŞAMIN GİZEMİ
RECEP ŞÜKRÜ GÜNGÖR İLE SÖYLEŞİ/ İbrahim Gökburun
İNCE BİR SIZI
GENÇ YAZAR ADAYINA ÖĞÜTLER!
GECE MÛSIKÎSİ