BeyazKalemler Logo
YENİ BİR KUTLU DOĞURUYOR

YENİ BİR KUTLU DOĞURUYOR

Kutlu’nun öyküleri olay merkezlidir. Anlatmaya/nakletmeye/sunmaya öncelik verir. Kurgulandığı değil yaşandığı izlenimini uyandırır. Anlatımı olayın özünde arar/sunar. Ayrıntılarla mesajını verir.

Kutlu’nun öyküleri olay merkezlidir. Anlatmaya/nakletmeye/sunmaya öncelik verir.

Kurgulandığı değil yaşandığı izlenimini uyandırır.

Sürprizlere masal-efsanemsi yaklaşımlara yer verir.

Olay akışının içine yazar girer. Yazar okuyucuyla muhatap olur. Okuyucu bir sohbet meclisinde dinleyici gibidir.

Ayrıntılar, özü yoğunlaştırırken biçimi de zenginleştirir.

Zaman, olay akışı ve mekan çok katmanlı değildir. Hayatın olağan akışı vardır. Bir olay diğerini ertelemez, yerine geçmez. Olay akışını/örgüsünü kahramanın bakış açısı güçlendirir.

Hemen anlaşılır öykülerdir Kutlu’nun metinleri, kolay okunan, kolay anlaşılan öykülerdir ama, tek okumada bitmeyen öykülerdir. Tahlile başlandığında hayli düşündürücüdür. Bunun içindir ki onun öyküleri ikinci, üçüncü okumaları ihtiyaç haline getirir.

Tek katman kabuğunun altında çok anlam katmanları gizlidir. Kahramanın geçmişini, ailesini, hayat standartlarını, sosyal çevresini ana akış içinde okuyabilir, bulabilirsiniz.

Yoğun bir hikaye sesi var Kutlu’da. Menekşeli Mektup Kutlu’nun ulaştığı ses tonuna yeni bir renk katıyor. Şehirle daha da belirgin hale geliyor bu ses. Öykülerinin ana sesi, kasaba sesi, her metinde varlığını sürdürüyor. Bütün öykülerinde kasabaya vurgu, kasabaya dönüş, kasabayı yüceltiş görülür. Bunu yazarın sadece memleketçi oluşuyla açıklayamayız. Kasaba-kent, fakir-yoksul, makamlı-makamsız bağını kurmaya çalışıyor desek yanlış olmaz.

***

 Geleneği önceleyen Kutlu, Menekşeli Mektup’ta (sh:13) türküler dinletiyor kahramanına. Modern makine televizyon yerine radyo dinletiyor.

 Kahramanı bir postacı. Postacıya pul koleksiyonu yaptırıyor. “Onlar onun gözünde bir puldan ziyade bir ünlü ressamın tablosu gibidir. Eh haksız da sayılmaz yani. Pulların çoğunu grafik sanatçıları yapar.”(sh: 15)

Postacının evlenişini anlatırken metin adeta Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre hikayelerinin hatırlatılma şölenine dönüyor. Yazar, bütün hikayelerinde halk hikayeciliğinden yararlanıyor ve bunu yaptığını söylemekten de çekinmiyor. Halk hikayelerinin modern dünyamıza taşınması gerektiğini savunuyor ve bu çabası ‘çokluk’la boğuşan/boğulan insanımıza bir nefes, menfez, yol oluyor. Dedekorkut’tan, Leyla ile Mecnun’dan, Asuman ile Zeycan’dan bir hava bulduğumuz için bize daha yakın, daha sıcak, daha can alıcı geliyor onun öyküleri.

Postacı karekterinde acının panoramasını çiziyor. Postacının kadına el sürmeyişi, bunu bir entelektüel anlayışla yapışı, kadının eskiden sevdiği birine kaçışı, yıllar sonra eve dönüşü, postacının “alın yazım döndü” diyerek kabul edişi… Bu durum içe dokunuyor. Okuyanı da yaşayanı da yaralıyor. Sabahlara kadar sürecek bir sohbetin önünü açıyor. Âşıklara ayak verip buyurun söyleşin diyen “sözaçarlar” gibi Kutlu da ilk sözü söylüyor ve buyurun devam edin diyor.

Kabul eder miyiz böyle bir durumu?  Bu durum toplum kabullerimize aykırıdır ama olmayacak bir durum da değildir. Zaten postacı karakteri de, yazarın diğer öykülerindeki kahramanlar gibi, sıradanmış gibi görünen aykırı tiplerden biridir.

Kahvelerden vazgeçilemeyeciğini söyleyen Kutlu hemen her öyküsünde kahveye yer veriyor. “Kahve milleti de Postacı’ya hak veriyor.”(sh: 19)

Müzikle de arasının iyi olduğunu okuyoruz metinlerden. “Akla ziyan bir ses ki, o kadar olur. Ne Nezahat Bayram, ne Muzaffer Akgün, ne Gülşen Kutlu kızın eline su dökemez yani.”(sh: 21)

Yazarın araya girdiği bir bölüme ilginizi çekmek istiyorum: “Postacı eski Postacı olmuştu. Sorarım sana ey okur, biz bunu böyle yazdık diye postacı eski postacı olabilir mi? Aferin sana. Olamaz tabi.”(sh: 27) Bu şekliyle halk hikaye geleneğine, Ahmet Mithat geleneğine güzel örnekler sunuyor yazar. “Niçin aramadı? Onu ben de bilmiyorum. Bir de derler ki, yazarlar yazdıkları kitapta yer alan kişilerin her halinden haberdar olur. Hadi canım sende”(sh:46)

Yer yer okuru da azarlıyor yazar: “Uçma dediysek ey izanı az okur, elbette ki kanat takıp havalanmayı kastetmiyoruz.” Burada yazar renklerin uçurulmasından söz ederken araya giriyor. Olay akışını bırakıyor. Okuyucuya dönüyor. Tıpkı sözlü edebiyat geleneğimizde olduğu gibi.

Ahmet Ferit bey, İncila Gülfem İlkeli Hanımın eşi Ahmet İlkeli bey, İlke İlaç Sanayi’nin sahibidir. Ahmet Ferit’in kansızlığını inceden inceden, dokunaklı dokunaklı anlatıyor. İncila’nın sabrı Ferit’in kansızlığını daha bir pekiştiriyor. Okur da bu kez İncila’nın yanına geçiyor. Postacının peşine takılıp Almanya’ya gidiyor. Ama burada bir hızlı geçiş yaşanıyor. Bu bir teknik tercihtir sanırım.

Her hikayesinde farklı kelime grupları kullanmaya çalışıyor yazar. Bu öyküsünde de “sevincik olmuştuk”(sh:23) kelime grubunu ustaca kullanmış.

Kutlu, bolca deyim ve atasözü kullanıyor: “Bazısı kenarın dilberi olur, ağzında sakız; kimisi asaletin simgesi olur, resmini yap, duvara as.”(sh:29), “Düşme gör, düşde gör”(sh: 45), “Geçip döndükçe koca yığın gözümü alıyor.”(sh: 49), “Kahveci bir punduna getirip Postacı’nın kulağını büktü.” (sh: 50), “Ben de sağlam ayakkabı değilim.”(sh: 53), elin ağzı torba değil ki büzelim.(sh:55), “Remzi bey ağzından girip, burnundan çıkarak İnci’yi ikna edip doktora götürdü.”(sh: 62), “Hayırdır. Bokunda boncuk bulmuş gibisin.”(sh: 65), “Tek at, tek mızrak bir adamsın.”(sh:65), “kıl beşi kurtar başı”(sh: 93), “Beni bir ince fikirdir aldı.”(sh:93), “yer demir, gök bakır oldu.”(sh:95), “İkimizin de kalbi kabardı, gözleri yaşardı.”(sh: 99), “sen say bir çuval saman içinde iğne aramak gibi. Umudu üzüp vazgeçtik.”(sh:106), “karıncayı incitmeyeceksin”(sh:107), “Her kafadan bir ses çıkıyor. Her ağızdan bir dil dökülüyor.”(sh:108), “insan kısım kısım, yer damar damar.”(sh:134), “işler oldu ayna, çal çal oyna”(sh:134)

 

Bazılarının bunlar hikaye değil, Kutlu roman yazıyor demelerine cevap verir gibi: “Şunun şurasında hikaye anlatıyoruz, roman yazmıyoruz.”(sh: 34). Evet, Kutlu hikaye anlatıyor/yazıyor. Roman yazmıyor. Anlatısının dili, üslubu roman olmadığını apaçık gösteriyor. Romanla hikayeyi hacim farkı zannedenler fena şekilde yanılıp Kutlu roman yazıyor, diyorlar. Romanla hikaye arasında büyük bir dil farkının, izlek farkının bulunduğu gerçeğini gözden kaçırıyorlar.

 

Popüler TV kültürünü eleştiriyor: “Reklamcı boşuna ‘Eski çoraplarınızı atın, atın’ diye bağırmıyor. Yenisi çıktı çünkü, eskisinin hükmü kalmadı.”(sh:35). Yaşayan eskinin tadını yaşatıyor hikayelerde anlatılan nostalji gibi görünen bölümler. Esasında halen yaşanan hayattır bu. Şehirlerin tektipleşen kalabalıklarınca fark edilmeyen bir hayattır. Az kenara çıkılsa hemen görülebilecek bir hayattır. Mustafa Kutlu, kenara çıkıp gerçek insanımızı görebilen büyük öykücülerimizdendir.

 

Güncelliği hiç yitmeyen konulara değiniyor: Cami cemaatinin postacının dedikodusunu yaptıkları... Oysa cami cemaatinden biri diğerine “Günler bayağı uzadı, ikindiye ne kadar kaldı” demektedir. (sh:51). Cemaat dedikodu yapmıyor. Günlük konuşmalardan birini yapıyor ama kalıplaşmış bakışı veriyor yazar. İnsana bakış açısının insanca olması gerektiğini, arkadan konuşmanın, çekiştirmenin fena halde yanılttığını anlatıyor.

 

Postacının Almanya seyahatinde batı eleştirisi yapıyor Kutlu. Saat gibi monoton çalışan insanlar olarak niteliyor batılıları, özellikle de Almanları.(sh:9) Gezmek için çalışan duygusuz, heyecansız insanlardan oluşuyor Almanya denen yer. Bizim bazı kesimimiz tarafından batıdan ne gelirse iyidir yaklaşımının tersine Kutlu, batıdan ne gelirse kötüdür demiyor. Ahmet Ferit beyin komşusu yaşlı bir Alman kadının iyiliklerini anlatıyor. İyi olmanın milliyeti olamayacağını da vurguluyor böylece. Türk, Kürt, Alman, İngiliz, Arap… hangi milletten olursa olsun hem iyisi hem kötüsü var. Topyekun iyi veya kötü yok. İnsan ekseninde bakmak gerekiyor.

Çay içme biçimimizle ilgili bir anekdot var kitapta. Alman kadın “Türkler çayı sever”(sh:72) diyerek fincanda çay getiriyor. Bilmiyor ki Türkler çayı cam bardaktan içmeyi severler. Böylece batıların bizi tanıyış biçimlerini de eleştiriyor.

 

Hac yolculuğunu anlattığı öyküsünde yetmişli yıllar veya daha öncesine ait bir hadiseyi naklediyor. Otobüsle servis şoförlüğü yapmak için hacca giden bir “Türk”ü –Kadir’i- anlatıyor. Kutlu bu öyküde sıkça Arap vurgusu yapıyor: “Arap’ın parası çok, aklı yok.”, “Arap yoruldu galiba, yaklaşmaya korkuyor.(sh:119)

 

“Hacca Gidebilmek” öyküsünde kahramanına “cola” aldırıyor.(sh: 97) Hacca giden insana “cola” içirmesini tutmadım desem üstada saygısızlık yapar mıyım diye düşünüyorum.

Sayfa doksan sekizde Arap polisler rüşvet alıyor. Rüşvet almayan Arap polisleri dikmek geldi içimden o gümrüğe. Ama, ne yazık ki, bizde de benzer sorunlar var. Doğru söze ne denir ki… Müslümanlar, ama yaptıkları inancın reddettiği bir davranış biçimi. Görmezden gelinemezdi elbette.

Hacca Gidebilmek öyküsünde en iyi, en canalıcı kahraman İhsan Abi. Sosyal mesaj da onunla veriliyor. Olay merkezinde Kadir var. Kadir hac sevgisiyle dopdolu bir insan. Maddi yetersizliğinden hacca gitme gibi bir imkanı yok, servis şoförlüğü fırsatını değerlendirip hem çalışıyor ham de hac vazifesini yapıyor. Yolda yaşadıkları, olabilecek hadiselerden, okur elbet ders almıştır. Kadir’in borçlarını eski patronu İhsan Abi ödüyor ve karşılığında da sadece dua istiyor.

Bu öyküde yazarı temsil eden kahraman Kadir değil İhsan Abi’dir. Bu öykü bende “Hac Yolculuğu” kitabını yeniden okuma ihtiyacı doğurdu.

 

Menekşeli Mektup kitabının üçüncü –son- öyküsü “Kar Üstüne Kan Damlar” adını taşıyor. Destan sesli bir öykü. Sarıkamış hadisesini bir er ve bir çavuş üzerinden anlatıyor. Yüzyılın başında yaşanan dramı insanî bir yaklaşımla dillendiriyor. Kutlu’nun kendine özgü anlatımıyla Sarıkamış hem acıklı hem de tebessüme müsait yönleriyle dile getiriliyor. Sevgi, aşk çerçevesine savaş yerleştiriliyor. Silahı zor tutan gençlerin savaş düşüncelerini vatan ve din sevgisiyle birleştirip anlatıyor.

Dil duyarlığını had safhada gördüğümüz Menekşeli Mektup yazarı, izlek değişimi yaşadığını bu kitapta açıkça gösteriyor. Chef kitabında da izleksel farklılaşmayla okur karşısına çıkan yazar, uzun hikayelerde bir yön değişikliği yaşadığını gösteriyor. Ne kadar sosyal sorunlara parmak bassa da, bu son kitap bireysel bir izlekle çıkıyor karşımıza. Bundan böyle yeni bakışaçılarıyla öyküler okuyacağımızı söylemek zor olmasa gerek.

 RECEP ŞÜKRÜ GÜNGÖR



Kaynak:

Eklenme Tarihi : 2007-04-05 13:40:00
Değişiklik Tarihi : 2007-04-12 13:21:03
Okunma Sayısı : 7644
İnternet Altyapısı : Ejder Bilişim