BeyazKalemler Logo
Anasayfa
Şiir
Öykü
Mektup
Deneme
Kitap
Sinema
Söyleşi
Linkler
Künye
Üye Ol Şifremi unuttum İletişim
Anasayfa Recep Şükrü Güngör  
YAS AYİNİ
Güngör’ün metinlerini iyice incelediğimizde ilginç sonuçlara da ulaşabiliyoruz. Mesela Yas Ayini öykülerinde metinlerin sonu genellikle “bir yerlere yürüyerek” bitiyor.
YAS AYİNİ

 

Yas Ayini Bağlamında Recep Şükrü Güngör Öyküsü

 

 

Recep Şükrü Güngör özellikle son zamanlarda göze çarpan ilginç bir öykücü. İlginçliği yazdıklarının çerçevesiyle ilgili daha çok. Can sıkıntısı edebiyatına yakın gibi görünse de bunalım öykülerinden uzakta bir yerde durmaya çalışıyor. Yer yer zamansız ve mekansız metinler üretiyor. Kimi zaman topluma eleştirel bakışını yansıtıyor. Ama öykülerini çoğu kez yürüyerek bitiriyor. Öykülerini yürüyerek bitirmenin ne demek olduğu, bu yazının sonunda gizli.

 

Öykülerinin tarihi ivmesi incelendiğinde metinlerin olgunlaşan bir resim verdiği de es geçilmeyecek bir nokta. Metinler özellikle kurgu ve dil bakımından çoğunlukla yukarı basamaklara zıplayan bir çizgiyi işaretliyor.

 

Eleştirinin metin merkezli olması gerektiği gerçeğini unutmadan öykü odaklı tespitlere geçebiliriz. İnceleme için “lam ile lamel” arasına alıp dokusuna odaklandığımız eser Yas Ayini. Bu kitap 2005’te Yediharf’te yayımlandı.

 

Yas Ayini merkezli düşündüğümüzde Recep Şükrü Güngör öykülerinde öne çıkan bir özellik, metni canlandıran çapraz imgelerdir: “Jipini taşlı yollarda ağır ağır sürüyor, Gülmedine’sine Aragon’dan şiirler okuyordu.”  “Jip, taşlı yollar, Gülmedine ve Aragon” çapraz imgelere iyi bir örnek.

 

Kimi öykülerinde zamansızlık ve mekansızlık sarmalında ilerlemeyi seçiyor: Bir boşluktan aşağı yuvarlanıyordum. Düşüyordum. Tepetaklaktım. Aşağıya indiğimi, düştüğümü gördükçe daha da uzuyordu mesafe. Nefesim kesiliyordu. Rengimin simsiyah olduğunu hissediyordum. Aşağı indikçe, yuvarlandıkça, düştükçe meydan kalabalıklaşıyordu.”

 

Öyküler yer yer yarı uyanıklık sırasında görülen karmaşık ve simgesel görüntülerle örgülenmiş: “İstavritlerin arasına karışıp gözden kaybolunca zindandelenin kovalamasından kurtuldum. Şöyle bir nefes aldım. Allah’ım çok şükür, beni ona yem etmedin, dedim. Hışımla geçti beyaz balinalar. Hepimizin ödü koptu.”

 

Metinlerde dil mecazlı söyleyişlerle yer yer kıvraklaşıyor: Kime dokunsam dağılıyor, kime seslensem donuyor, kime sığınsam kuruyor.”

 

Güngör pek çok kez öykü kişilerine hayat felsefesi sekansları oynatıyor: Ben de, sen de, hepimiz o korkunç menzile gideceğiz fakat biz habersizmiş gibi yaşıyoruz en büyük, en kesin haberden, dedi. Yaşamak onlar için ucuz, dedim. Bedeli ağır bir şekilde ödenmeden elde edilen hangi şey ucuz değil ki, dedi.”

 

Öyküler bu özelliğinden ötürü denemeyi yer yer yalayıp geçen bir seyahat içinde: “Sosyal toplumdular. Hepsinin bir amacı vardı. Sitede oturuyorlardı. Medet umdukları para, ellerine geçince bir ölü ceset gibi oluyordu. Onlara göre parayı bilmeyen felsefeyi de bilmezdi. Felsefeyi bilmeyen hayatı anlayamazdı.”

 

Metinlerde biraz derine inilse yazarın beslendiği mistik öğretilerin yüzeye vuran izleri görülebiliyor: Şekerdere yokuşu ömrümün olgun meyvelerini düşürüyor. Korkunç bir tüneldeyim sanki. Kızım, arabanın camını açma, o gül zannettiklerin diken. Bak ellerin parçalanmış.” Bu bakımdan yer yer Yalsızuçanlar’ı andırıyor metinleri.

 

Öykü kişilerinde, şehre alışmaya çalışan seksenli yılların naif şairlerinin benzeşen dizelerindeki gibi “şehirden çekinme” sendromu bariz bir şekilde fark ediliyor: Bu yüksek tepeden şehre bakıyorum. Şehir karanlık bir ağız gibi beni yemeye hazır bekliyor. Şehre karşı geriliyorum.”

 

Hayatın zorlamaları karşısında başkaldırmak istediği öğeleri müdür imgesinde ya da simgesinde topluyor: “Hayır müdür bey bu toplantıya katılmayacağım. Kızımı ve Elif’i seveceğim. Seni de seveceğim. Toplantının yarısında Zeytinburnu’nda olacağım. Öykü konuşmaya gideceğim. Evet müdür ben yazıyorum. Sen beni okumasan da okusan da yazıyorum. Ne yazıyorum. Kim biliyor ne yazdığımı? Sen de mi bilmiyorsun? Dergi okur musun? Dergi parası isteyen öğrenciye, avucunu yala, diyen edebiyat öğretmenini biliyor musun? Söyle biliyor musun? Sen ne biliyorsun?” Bu örnek satırlar, aynı zamanda öykü motiflerini kendi hayatından seçmesine de iyi bir örnek. Bir öykücünün malzemesini kendinden, hayatından, ailesinden, yakın çevresinden seçmesi ve bu hammaddeleri pek kurgulamadan metne aktarması hep tehlikeli gelmiştir bana. Ama “günceleri öykü yapma” diye özetlenebilecek bu yöntem Güngör için pek korkulacak bir durum gibi görünmüyor ki öykülerinde bu yöntemi sıklıkla uyguluyor.

 

Güngör’ün metinlerini iyice incelediğimizde ilginç sonuçlara da ulaşabiliyoruz. Mesela Yas Ayini öykülerinde metinlerin sonu genellikle “bir yerlere yürüyerek” bitiyor. Bu durum öykülerin son cümlelerine bakıldığında açıkça görülebiliyor:

 

“Dönüp, geldikleri yere gittiler. (Kırılgan)

“Kırçıl sakallı, uzun boylu bir adam paltosuna sarılarak uzaklaştı. (Boşluk)”

“Eylül, kızım hadi gidelim. (İhtiyar Bir Gün)”

“Tramvay durağına doğru yürüdük. Bizimle birlikte herkes yürüdü. (Çok Açım)”

“Kasaba meydanına doğru yürüdüm. (Deli)”

 

Bu durumu psikanalizci bir yaklaşımla, yazarın “bulunduğu durumdan memnun olmadığı ve çevresinden kurtulmak istediği” şeklinde yorumlayabilir miyiz acaba?

 

Sonuç olarak bir şey söylemek gerekirse –ki mutlaka gerekir değil mi?- şu cümleleri serdedebiliriz. Recep Şükrü Güngör’ün öyküleri hemen hemen her metinde düzeyini yükselten bir özelliğe yakın duruyor. Bu metinlerde, çevresiyle savaşan kişiler çoğunlukta. Bu savaş bir “meydan muharebesi”nden daha çok “kocaman dağ ile küsegen tavşanın macerası”nı özetleyen bilindik deyim odaklı. Şehirle, şehirli yaşamla cedelleşen yerel kokulu edebiyat silahşorlarının izinden gitmeye çalışıyor gibi. Bu tavrı edebiyat haritasındaki konumunu da belli ediyor. Ama çıkardığı metinler seksenli yılların “şehrin insanı şehrin” redifli protest kalem işlerinin tıpkısı değil.

 

Recep Şükrü Güngör metinlerin adresini tastamam şöyle tarif edebiliriz: öykü mahallesi, günce civarı, yaşanmışlık semti, can sıkıntısı yanı, yürüme yolu bitişiği, Öykü / Edebiyat.

 

İyi yürümeler efendim.

 

ŞEMSETTİN YAPAR

Yorum Yaz | Sayfayı Yazdır
Yorumlar
Zeynep Altunbaş
Bu kitabı okumuştum.
Dehşet bi şey yani beni dehşete düşürmüştü. hüzün ve yas, karamsarlık
bir ailenin parçalanması sanki yaşanmış da yazılmış gibi...
zeynep
 
 
?yeler
>  YAZARLAR
 
Ali Pektaş
Cahit Yağmur
Çağla Göksel Çakır
Deral Baran
Elif Konar
Elif Şeydâ Ö.
Fatma Zehra
Hıdır Ala
Hilal Küçük Özdamar
Nihat Dağlı
Recep Şükrü Güngör
Turhan Bozkurt
Yüsra Mesude Arslan
 
>  EN COK OKUNANLAR
 
Bilmem ki
Medine`nin Gülü
ANSIZIN
OYUNCAK
Su güzeli
YAŞAMIN GİZEMİ
RECEP ŞÜKRÜ GÜNGÖR İLE SÖYLEŞİ/ İbrahim Gökburun
İNCE BİR SIZI
GENÇ YAZAR ADAYINA ÖĞÜTLER!
GECE MÛSIKÎSİ