BeyazKalemler Logo
Anasayfa
Şiir
Öykü
Mektup
Deneme
Kitap
Sinema
Söyleşi
Linkler
Künye
Üye Ol Şifremi unuttum İletişim
Anasayfa Recep Şükrü Güngör  
PARK
Oyma ceviz sandıkta dura dura küflenen elbisesini çıkardı. Uzun yolculuğa çıkıyordu. Gözleri görülmez de, bir yığın buruşuğun ortasında, gözlüğünün altında fersiz iki ışık görülürdü. Obruk çehreliydi. Ona bakarken kuşların ikinci midesini düş
PARK

 

 

 

RECEP ŞÜKRÜ GÜNGÖR

 

PARK

 "Şileplerin konşimontlarını hazırlayan kamarotların dargın dudaklarında türkü duyduğum her akşam üstü içime bir deniz yalnızlığı oturur."

 

Oyma ceviz sandıkta dura dura küflenen elbisesini çıkardı.

Uzun yolculuğa çıkıyordu.

Gözleri görülmez de, bir yığın buruşuğun ortasında, gözlüğünün altında fersiz iki ışık görülürdü.

Obruk çehreliydi.

Ona bakarken kuşların ikinci midesini düşünüyordum, nedeni yoktu zihnimde çınlayan “konsa” kelimesinin.

Tesirli bir yangın duası okudu.

Salaten tüncinayı okudu.

İnce uzun dallı badem ağaçlarının alaca gölgeleri denize inen patika yola düşüyordu.

İlkbaharın tatlı rüzgârlarıyla sarhoş martılar çılgın naralarla havayı çınlatıyordu.

Taş duvarın ötesindeki zeytinlik kıyıya kadar iniyordu.

Bahçenin ortasındaki harabe kulübenin açık kapısından yaşlı biri çıkıyordu. Saçı, sakalı beyazlamış biri kamburunu düzeltmeye çalışmıştı.

Gök kadar büyük, gök kadar uzak, gök kadar uçsuz bucaksız, sakin denize iniyordu.

Taş duvarın dibinde bir tandıra oturuyordu.

Yıllarca toprağa basmaktan nasırlaşmış, sertleşmiş ayakları, ince kolları tunca dönmüştü.

Başını kaldırıyor, gökle yerin birleştiği tepenin ufkuna dikiyordu gözlerini.

Martılar pupa yelken uçuyordu.

Gençlikte savaş, yiğitlik, vuruş günlerini düşündü. Bu adamın kölesi olmadan evvelki zamanını. Dinç, kuvvetli bir kahramandı.

Otuz sene muti bir köle olmuştu.

Karlar kışlar yazlar rüzgarlar fırtınalar güneşler onun tunç vücudunu eritememişti.

Bir kuru ekmeğe çalışmıştı.

Bir yularla bağlanmış, yuların diğer ucuna da büyük bir mıh çakılmış gibi ayrılamıyor, terk edemiyordu.

Parmakla basılmış gibi çukura düşen avurtlarını yaladıkça çıkan sesten kendisi bile ürkerdi.

Beş vaktini, o tepenin zirvesinde, hatırında kalan ayetlerle eda ediyordu.

Dünyaya ait hiçbir isteği yoktu, ölüm adlı sevgilinin geleceği günü beklemedeydi.

Bir görseydim onu, başka isteğim yok, diyordu.

 

Kendi kendime takazadan kurtulmalıyım derdi. Kendi kendine serzenişte bulunurdu.

Ülkesine döneceği günün heyecanıyla çarpardı kalbi.

 

Sonra dönerdi zeytinliklere, badem ağaçlarına seslenirdi: Tabiat büyük bir sözlüktür okuyabilene, derdi. Derdi ama, bir yüksek ses duysa benzi küle keserdi.

 

Büyük söz söylemişti, altında kalmaktan korkuyordu.

 

Alışkanlıklarımdan vazgeçemem. Onlardan uzaklaşırsam, dayanamam yaşamaya.

Arkasından konuşanların sesi, boğuk papağan ötüşü gibi gelirdi.

 

Buralarda akşam üstleri hüzünlü bir sessizlik dönemi başlardı ama, bu gün güneş, manzarayı ürpertiyor, titretiyor, yorucu bir hale sokuyor.

Bazı ihtiyarların sesi, yüzüne uymayacak denli ahenklidir.

Parçaları kopup dağılmış sonra toparlanıp yerlerine yerleştirilmiş gibi her bir uzvu ayrı bir resim çiziyordu.

 

İkindi yakındı. Parkın yanında çıplak toprakta, o anlatıyor ben susuyordum.

Kimsesizliğini köpeğiyle paylaşan Salamon’un kızıl hastalığı bana da bulaştı galiba. Buralarda iyilikle yaklaştığım herkesten kemlik gördüm.

Pancurları kapanmayan bir saray hayal ettim. Penceresinden boğazda salınan takaların, vapurların geçip gittiğini görünce ömrümün de böyle uzaklaştığını anladım, gençliğimin de. Uzaklaşan takalar, vapurlar, kafamı takırdatıp duran gürültüleri de aldı götürdü.

Kucağındaki küçük kızın sarı saçlarını okşarken:

- Delikanlı sen hiç kanının kulaklarında zonklayışını duydun mu, dedi.

- Çok.

Siyah çizgili rob giymiş küçük kızın şirin gülüşlerinin sarı saçlarına karıştığını gördüm. Güneşte yanmış yüzü ay çiçeğine benziyordu.

Yaz güneşi saçlarımızdan akıp gidiyordu.

 

Kızıl kan rengi toprakla, yeşil yaprak birbirini tamamlar. İhtiyarla ben böyleydim.

Onu dinlerken yukarıdaki maviliğe bakıyordum. Toprağa uzanmış, yassı bir taşı yastık yapmıştım. Bütün gökyüzü gözlerime dolmuştu.

Denize giden insan bir sonraki sabah yastığında tuz izi arar ama, bulamaz.

Kocaman fiyonklu, rugan ayakkabılı bir kız oynuyordu ötemizde, parkta. İpekli rop giymiş annesi de banka oturmuş, gözünü güne kırıştırıyordu.

Dedim ki ihtiyara, bir kanomuz olsa, asılsak küreklere, sen oltaları salsan suya, kocaman kocaman somonları yakalasan, sonra da mangalı yaksak, somonları zeytinyağıyla yağlayıp ızgaraya dizsek, dumanları kanonun ortasından buharlara karışıp yükselse, karadaymışız gibi ayaklarımızı uzatsak, tramvaya yetişme derdi olmasa, matineyi kaçırma telaşı olmasa, saat beş zil çaldı trafik tıkandı stresi olmasa…

 

Sokaklardan, caddelerden salkım salkım insanlar geçiyordu.

 

İki katlı taş binanın merdiven sahanlığından büyük bir çığlık duyuldu. Bir kadındı.

Gözlüğünün altındaki ışıltılar kanlanmıştı. Köpeğimi kaybettim, dedi. Köpek, senin arzularındır, terk etmen gerekiyordu, dedi ihtiyar. Kadın, yüzünü eğdi, rimel bulaşığı gözleri önüne düştü, munis bir muti halini aldı.

Gün ışığı camlara vurup şişiyor, bütün yüzlere bir usare gibi akıyordu.

İhtiyar, yukarıda söylediklerimi duymamış gibi, bir torik ızgarasının dumanlarını üflemek isterdim, dedi. Ateşin çıtırtısını, alevlerin kızılını ve toriğin kızardıkça yayılan kokusunu ve bundan duyduğum ferahlığı sizler benim kadar anlayamazsınız, dedi.

Kadın, bu taş evin ne kadar dar, sıkıcı olduğunu anlattı. Aslında dedi, iyi düşünecek olursanız kuru bir ağacın gövdesinde yaşıyorum. Bir Meursault gelir de bütün hayatımı kurtarır diye bekliyorum, dedi. Oysa Meursault gelse kadının bütün dünyası kararacaktı, bundan haberi yoktu.

 

Annesi, babası, kedisi ve kız çocuğu geldi yanımıza, balığa çıkan ihtiyarla genç de geldi. Camidekiler, parktakiler geldi.

Toprağa uzanıktım. Yaşlı arkadaşım bağdaş kurmuş, güneşi kucağına almış okşuyordu.

 

 

Yorum Yaz | Sayfayı Yazdır
Yorumlar
Recep Şükrü Güngör
park insanın evren içinde durduğu yeri ifade eder. aslında biz bir parkta yaşıyoruz.
 
 
?yeler
>  YAZARLAR
 
Ali Pektaş
Cahit Yağmur
Çağla Göksel Çakır
Deral Baran
Elif Konar
Elif Şeydâ Ö.
Fatma Zehra
Hıdır Ala
Hilal Küçük Özdamar
Nihat Dağlı
Recep Şükrü Güngör
Turhan Bozkurt
Yüsra Mesude Arslan
 
>  EN COK OKUNANLAR
 
Bilmem ki
Medine`nin Gülü
ANSIZIN
OYUNCAK
Su güzeli
YAŞAMIN GİZEMİ
RECEP ŞÜKRÜ GÜNGÖR İLE SÖYLEŞİ/ İbrahim Gökburun
İNCE BİR SIZI
GENÇ YAZAR ADAYINA ÖĞÜTLER!
GECE MÛSIKÎSİ